| NOSTALJİ KÖŞESİ : ÇOCUKLUĞUMUZUN ÇİZGİ FİLMLERİ  | 
     |    |    |    |    | 
     | 
 | YAKARİ : Allahım ne kadar eski ve iç   bayıcı bir çizgiydi bu. İlkokuldaydım, her akşam köftemi yer, Yakari'yi   seyreder, sonra da yatardım. O kadar sıkıcı olmasına rağmen herhalde geç   yatayım diye izliyormuşum? Bir atı, bir de yakarikikuuu yukurikikuuu diye öte   öte dolaşan bir kartalı vardı. Herşey ağırçekim gibiydi bu çizgide, fenalık   basardı insana. Çabucak ta biterdi, gayet embesil bir şeydi, işte bir nesil   bunu izleyerek uyudu.  | MUSTİ : Çarpık ağızlı ve de gömlekli bir   kedi yavrusunun maceralarını anlatırdı bu çizgi dizi. Ben bunun daha çok   Milliyet Kardeş dergisindeki çizgiromanlarını hatırlıyorum, sene 1984,    ilkokuldayım. Musti'nin pek bir olayı yoktu, tintin dolaşır, kirpi kardeş,   tavşan kardeş, sevgi böceği tadında takılırdı. En önemli özelliği kollarıyla   bacaklarını soba borusu gibi tuhaf tuhaf oynatarak yürümesiydi, sonradan aynı   özelliği Star Wars'ta C-3PO'da görecek, Musti'yi rahmetle yadedecektik.  | 
 | 
     |    |    |    |    | 
     | 
 | JUMBO JET SET : Bu da sanırım Yakari ve Musti   gibi "Uykudan Önce" programında yayınlanan çizgilerden biriydi,   Jumbo isimli çok şeker bir yavru uçağın (?????) maceralarını anlatırdı. Çok   ta gaza getirici bir şarkısı vardı, bu eleman   uçarken aşağıdan koyunlar, öküzler Jumbooo diye  bağırırdı, tabii ben de   hemen gaza   gelir  söylerdim. İşte ben uzun yıllar Jumbooo Juumbooo diye bağıra   bağıra dolandım ortalıkta.  | ATOM KARINCA : Atom karınca süper güçlü bir   karıncaydı, kellesindeki antenler cızzztt bızztt yapar, bizimki Süpermen'i   utancından ağlatacak şekilde uçar, kahramanlıklar yapardı. Vallaha babam bunu   pek severdi, herhalde ben de babam Atom karınca seyrettiği için maruz   kalmışım. Babam gelecek yıllarda "atom karınca geliyooor" diye   bağırmaya devam etti.  | 
 | 
     |    |    |    |    | 
     | 
 | DEĞERLİ : Yaramaz köpek Değerli'nin en   önemli özelliği "kih kih kih" diye gülmesiydi. Babamın favori çizgi   filmlerinin başında gelirdi.Bu pire torbası it ortalığın tozunu atar,   sahibesi yaşlı teyze de hiç bir şeyin farkında olmadığından    "aferim canım benim" diye Değerli'yi pohpohlardı. Sanırım bu   teyze Tweety'deki yengeye ilham veren karakterdir, belki de kuzeni bilem   olabilir.  | ARI MAYA : Annemin anlattığına göre ben Arı   Maya izlerken o da yemeğimi ağzıma tıkarmış?? Ben bunu izlediğimi hiç   hatırlamıyorum ama resimli bir kitabı bile varmış bende.  Bu da böyle   kız mı erkek mi bilinmez bir arıydı, en azından ben hiç bilemedim, böle   pösteki gibi yekpare bir saçı, çizgili donu vardı, çiçekten çiçeğe uçardı.   Sevgi ve de mutluluk böcüğüydü kendisi  | 
 | 
     |    |    |    |    | 
     | 
 | NİLS VE UÇANKAZ : Bu çizgi film,   Voltron'la beraber pazar sabahı uyumamızı engelleyen çizgilerden biriydi.   Nils diye tembel bir çocuk artık sihirle mi, büyüyle mi neyse parmak kadar   kalıyor, anaa pipim de bamya kadar oldu diye utancından kimsenin yüzüne   bakamayacağı için kazına atlayıp çiftlikten kaçıyordu. Kazın ayağı ise   başkaydı sayın seyirciler, ahaahahaa, evcil kaz Morton göçmen kuşlarla uçmayı   kafasına koymuştu, azimle sıçan taşı deler sözünü kanıtlarcasına kendini   kasarak uçmayı becermiş,o günden sonra bamya Nils olarak hatırlanan   kahramanımız da bunun boynuna atlayarak çiftliği terketmişti. Serinin   devamında bunların maceralarını izlemiştik.  | TONTONLAR : İşte bu Tontonlar, benim hayatta   ilk fanatiği olduğum çizgi filmdi. HOP HOP HOP, DEĞİŞ TONTON diyerek biçimden   biçime giren, form değiştiren, hamur gibi yaratıklardı bunlar, belki de o   yüzden sevmişimdir. Ne var ki benim için büyük utanç kaynağı oldular, çünküm   bu tontonlar bitince saatlerce ağladığım, ortalığı ayağa kaldırdığım,   yıllarca bütün aile toplantılarında anlatıldı. O kadar fanatikmişim ki,   tontonlu yastığım bilem varmış. Sarısı vardı bunların yastığın üzerinde,   şimdilerde Aymar'ın reklamında kullanılan yaratık ta bize tontonları   anımsatmaktadır.  | 
 | 
     |    |    |    |    | 
     | 
 | KALIMERO :   Ama haksızlık bu öyle değil   mi? Kafasında yarım kabuğuyla dolaşan ve her macerasında "ama haksızlık   bu öyle değil mi?" diyen minik civciv Kalimero herkesin sevgilisiydi.   Bizde bunu en çok annem beğenirdi, (yahu bizde ailecek bir çizgi film   meselesi var ama dur çözecem ben bunu)  Çok şirindi, biraz da safdildi   yanlış hatırlamıyorsam. Pt pıt dolaşır, başına bin türlü bela açar, kabak   başına patlayınca da "ama haksızlık bu öyle dii miiii" diye   sızlanırdı. Bizim nesil bu yerden bitme sayesinde haksızlıklara karşı sesini   yükseltmeyi öğrenmiştir.  | TAŞDEVRİ : Büyük küçük herkesin sevgilisi   olmuş fenomen bir çizgi filmdi, sadece çocukluğumuzda değil, hiç durmadan tüm   hayatım boyunca yayınlandı, ben ömrümce Fred Çakmaktaş'la Barni Moloztaş   izledim. Özellikle Fred'i seslendiren Sezai Aydın'ın başarısı bu çizginin   popülaritesini çok etkilemiştir. Bunlar taşdevrinde yaşayan ama hertürlü   modern eşyalara sahip tiplerdi. Filin hortumundan duş alır, pelikan kuşunu   elektrikli süpürge niyetine kullanırlardı. Özellikle Fred'in bovling oynarken   parmaklarının üzerinde yürümesine ve kaynanasını görünce   "aaannneecciiğimmm" demesine çok gülerdik.  | 
 | 
     |    |    |    |    | 
     | 
 | HEIDI : Kara saçlı ve domates yanaklı bir   kızdı, kırmızı gömleği, pembe eteği ve kocaman bir poposu vardı, bu Heidi ne   zaman dağlardan bayırlardan yuvarlansa eteği kafasına geçer, biz de bunun   kocaman beyaz donlarını seyrederdik. Donlarını fora eden ilk çizgi karakter herhalde buydu.   Keçi çobanı Peter'le dağbaşlarına çıkar oynaşırdı. En dikkat çekici bir diğer   özelliği de yamuk ağzıydı. Bu kızın ağzı yanağından açılırdı. O da inadına o   yamuk yandan ağzıyla "büyüükkbabaaa, büyüükbabaa" diye çığlıklar   atar, büyükbaba da sussun diye buna keçi peyniri kızartırdı. Ah o peynirden   nasıl canım çekerdi anlatamam. Sonradan Heidi büyük şehire inerek Clara ile   arkadaş olmayı da ihmal etmedi. Ama peynirsiz yaşayamayacağı için dağlara   geri dönmüştü.  | ŞİRİNLER : Şirinler 3 elma boyunda, mavi   renkli ve de kukuletalı bir grup yaratıktı. Mantarların dibinde bir köyde   yaşarlardı, köy imamı da Şirin baba diye sakallı muhterem bir zattı. Bunun donuyla   şapkası kırmızı idi. Ama o da diğerleri gibi üstsüz gezerdi. Sonradan köye   çirkin bir kız gelmiş, Şirin baba büyüleriyle kızı Britney Spears'a çevirmiş,   ismini de Şirine koymuştu, Şirine yüzünden bütün şirinler birbirine girmişti.   Bunların gözlüklü bilgin şirini, şişko aşçı şirini, uykucu tembel şirini,   adaleli güçlü şirini vardı. Ama en güzeli peşlerindeki hain Gargamel'di,   kedisi Azman'la bu dırdırcı Şirinler'i yakalamaya çalışır, birtürlü   beceremezdi. Gargamel yıllar sonra sanal alemde bizim kuşağın en çok tercih   ettiği takma ad olmuştu.  | 
 | 
     |    |    |    |    | 
     | 
 | PEMBE PANTER : Herkes ıslıkla Pembe Panter'in   müziğini öttürürdü, kendisi bizim ailede kısaca Pembo diye bilinirdi çünkü   babam pek severdi bunu, bi samimiyetimiz vardı yani, pembo aşağı pembo yukarı   ahahaah. Sessiz sakin dolaşır, olayları çözer, kuyruğunu eline alır sallardı.   Peter Sellers'in oynadığı Pembe Panter filmleri serisinden sonra popülaritesi   tavana vurmuştu.  | BASTIR VİKİNG : Bir Viking kabilesini   maceralarını anlatırdı. Bunlar boynuzlu şapkalar takar, HAYDİ YALLAH HOP HOP   HOP, HAYDİ YALLAH HOP HOP HOP diyerek küreklere asılır, maceradan maceraya   koşarlardı. Buradaki asıl hikaye kaptanın Vicki isimli küçük çocuğuydu, hünsa   bir karakterdi, erselik yani, kız mı erkek mi ben hiç anlayamazdım. Bunun da   aklına hep olayı çözecek fikirler gelirdi ama önce burnunu karıştırır sonra   buldumm! diye bağırırdı. Bu çizgi film güzel Türkçe'mize tatak  kelimesinin eklenmesine   vesile olmuştur.  | 
 | 
     |    |    |    |    | 
     | 
 | AYI YOGİ : Bir grup arkadaşını yanına alıp   acayip bir gemi ile dolaşan, maceradan maceraya koşan bir ayı idi bu. Sürekli   efeemm diye konuşur, başına bin türlü iş açar, panik içinde sağa sola   koşuştururdu. Düpedüz salaktı. Yanındaki küçük Bobi mi Bobo mu, o daha   zekiceydi. Ama benim için en güzeli hergün yediğim Ayı Yogi'li baldı, şimdi   olsa da alsak keşke , o Ayı Yogi şişesindeki balın kokusunu bilem hatırlarım   hala.  | LAZERYON : Pazar akşamları yayınlanırdı.   Takaşi isimli bir Japon çocuğu bilgisayarında net üzerinden bir robot   tasarlamış, sonra birden uzay üssünün hatlarında bir karışıklık olunca bu   robot aynen imal edilmişti. O zamanlar bizde interneti bırak bilgisayar bile   yoktu. Lazeryon işte bu robottu, Voltron'un ışın kılıcı varsa bunun da lazer   topu  vardı. Tasarımcısı bu oğlan olduğundan Takaşi'yi Lazeryon'un   pilotu yapmışlardı. Yavrum paso düşman robotlarla savaşır ama sonunda mutlaka   kazanırdı. Olivia diye bir kız arkadaşı vardı, sarışın güzel bir şey. Takaşi   uzayda robotları pataklar ama okulda hep Olivia'dan kötek yerdi.  | 
 | 
     |    |    |    |    | 
     | 
 | HE -MAN : İlkokuldayken okuldan koşarak   gelir artık pazartesi günü mü neyse He-Man'i izlerdik. Öykü acayip tiplerle   dolu bir galakside geçiyordu, kahramanımız lepiska saçlı Prens Adam oldukça   pısırıkken sihirli kılıcını havaya kaldırıp GÖLGELERİN GÜCÜ ADINA, GÜÇ BENDE   ARTIK deyip adaleli erkek He-Man'e dönüşür, iskeletor ve elemanlarıyla   kapışırdı. Başı sıkışınca küçük cin Orko, General, General'in kızı Tila ve   güzel Büyücü'den yardım alırdı. Her bölümün sonunda Orko uçarak ekranda   belirir, bize o bölümden çıkartmamız gereken dersi anlatırdı. Ben bunun   birsürü kartlarını falan toplamıştım uzun süre. He-Man'den sonra sıska tiplere   İskeletora dönmüşsün demek moda olmuştu.  | SHE-RA : He-Man karakterinin kızkardeşiydi.   Başka bir gezegende yaşıyordu çünkü bunları bebekken İskeletor bulmasın diye   ayırmışlardı, o zamanlar Star Wars'ı henüz seyretmediğimizden anlamamış,   yemiştik biz de bunu yeni bir hikaye diye! Bu hatun kılıcını kaldırır YÜCE   RUHUN ADINA, ADIM ŞİİRAAA diye bağırır, birden tipi değişir, atının kanatları   peydah olurdu. Bunun da çevresi gudik tiplerle doluydu, bazı maceralarında   kardeşi He-Man gelir, kötüleri beraber pataklarlardı. He-Man kadar fenomen   olamamıştı aramızda.  | 
 | 
     |    |    |    |    | 
     | 
 | ROBOTEK : Eşi benzeri yapılmamış aşmış bir   çizgidiziydi, hafta içi okul dönüşü izlerdik. Dünyayı uzaylılar istila etmiş,   insanlar Robotek diye devasa bir gemiye iltica etmişlerdi, bu gemi alarm   moduna geçtiği zaman katlanıp bükülerek robot haline gelir, uzaylılarla savaşırdı.   Rick diye bir savaş pilotu, Minmey diye bir Çinli kız da vardı, bunlar aşk   meşk yaşıyorlardı galiba, Minmey Çin restoranı açmıştı, yerel kıyafetler   falan giyerdi. Müziği de muhteşemdi. Abimle izlerdik biz bunu, sonra da eski   legolardan uzay gemileri yapmaya çalışır, uzay savaşları oynardık.  | VOLTRAN : İşte bir nesil bu Voltran   yüzünden uykusuz kalmıştı, pazar sabahı erken kalkılır illaki Voltran   seyredilirdi. Issız bir gezegene düşen bir grup pilotun maceralarını   anlatırdı. Bu gezegenin güzel prensesi pilotlardan yer altındaki robot   aslanları uçurmalarını rica etmiş, sonunda aslanlar biraraya gelerek , ben   kolları oluşturuyorum, ben bacakları, ben de başşını oluşturuyorum, ve 3 kere   VOLTRAN VOLTRAN VOLTRAN diyerek büyük robotu meydana getirmişti. Prensesi   cariyesi yapmak isteyen yamuk tipli bir herifin çeşit çeşit robot   canavarlarına karşı savaşır, illa biraz dayak yer, sonunda ışın kılıcı ile   canavarı ikiye bölerlerdi, bu sıra da hiç değişmezdi. Bizim de kuzenlerle en   sevdiğimiz oyundu. Allahtan prenses mavi aslanı kullanmaya başlamış ben de   oyuna katılmıştım, çünkü aslan hakkı kutsaldı, kimse kimsenin aslanını   alamazdı, yeşil aslan benim diyene, destur çek yeşil aslan Tolga'nın denirdi.    | 
 | 
     |    |    |    |    | 
     | 
 | KAYIP DÜNYALAR : Muhteşem bir   Fransız çizgi filmiydi, hafta içi mi, yoksam cumartesi mi yayınlanırdı hatırlamıyorum,   çok etkileyici bir jenerik müziği vardı, Clementine'le beraber bize Fransızca   sevgisi aşılayan ilk şarkılardandır. Bu çok acayip maceraydı, bir gezegenin   katmanları arasında dolaşarak arzın merkezine, Arcadia  kentine inmeye çalışan bir   grup insanı anlatıyordu. Arcadia   kelimesi beni büyüler, kafadan ata ata şarkısını söylerdim. Gayet karamsar,   ciddi bir çizgi filmdi.  | ESTEBAN : Güney Amerika'da geçen çok zevkli   bir çizgi filmdi. Esteban diye bir oğlan, yanında küçük bir kız ve yerli bir   çocukla İnkaların altın şehrini arardı, bunlara yardımcı olan Mendoza diye bi de herif   vardı. Bu kızla Esteban nihayet dillere destan altın kuşu bulmuşlar,   boyunlarındaki yarım madalyonları takarak kuşu kaldırmışlardı efendim.   Sonradan ne kuşlar kaldırdılar bilemem, bunlar kardeş mi çıktı, yoksam o kız,   Mendoza'nın   kızı mıydı, böyle çapraşık işler vardı. Küçücük çocukların beynini o   zamanlardan yıkayıp pembe dizilere, Aliyelere hazırlıyorlardı yani.  | 
 | 
     |    |    |    |    | 
     | 
 | ŞEKER KIZ CANDY : Bu çizgi film   sonradan özel kanallarda sıkça yayınlansa da asıl popülaritesini TRT'de gösterildiğinde   kazanmıştı. Çok eskiydi, seyrettiğimiz ilk kocaman gözlü, kabarık sarı saçlı,   acı çeken kızlı japon çizgisiydi. En acıklı bölümünde Candy'nin sevgilisi   Anthony attan düşüp beyin üzeri çakılarak Hakkın rahmetine kavuşmuş, Candycik   "eentınii, eentiiniii" diye ağlamaktan helak olmuştu. Anneme   sorsanız "ah çok ağladık Entıni'ye" diye hala hatırlamaktadır.   Sonradan Candy orospu olmuş, bir sürü sevgili eskitmişti. Sonunu hiç   izlemedim ben bunun.  | POLLYANNA : Bildiğimiz klasik romanın bolca   melodram öğesi eklenerek uzatılmış güzel bir çizgi versiyonu idi. Bu   yayınlanırken ben ilkokul sonda idim, kursa gittiğim için Pollyanna'yı   kaçırır, üzülürdüm. Bazı bölümlerini teyzem videoya kaydedip bana izletmişti,   nedense hastası olmuştum ben bu dizinin. Ama sonunu seyredememiştim. Onun   yerine elli kere falan kitabını okumuştum.  | 
 | 
     |    |    |    |    | 
     | 
 | ALİS HARİKALAR DİYARINDA : Bu da klasik   öykünün güzel bir uyarlamasıydı, tavşanın peşinden koşan Alis acayip bir   memlekete geliyor, türlü türlü maceralar yaşıyordu. Renkli, eğlenceli, çerez   niyetine bir çizgi diziydi.  | ŞEKERPEMBE :   Ah Şekerpembe unutulmaz   bir klasikti, TRT'nin Cumartesi'den Cumartesi'ye isimli kuşağında   yayınlanırdı. Bunlar bir adada yaşardı, küçük bir oğlan, bir de bu oğlanın   e'leri eze eze "şekerpiembee, şeikerpembee" diye ünlediği pespembe   bir deniz dinozorunun maceralarını anlatırdı. Bunlara akıl veren gözlüklü,   bilge bir yunus ta vardı, o da bir mağara da yaşıyordu, dinozor yüze yüze tam   mağaraya gider, oğlan arkasından "şiekerrpieembee" diye başlardı.   Duydum ki bu oğlan Brokeback dağına taşınmış büyüyünce, kovboy olmuş, o   derece yani!  | 
 | 
     |    |    |    |    | 
     | 
 | AYAKKABILAR : Eskiden TRT'de her Cumartesi sabahı   yayınlanan çocuk kuşağında izlemiştik bunu sanırım. Ama ben ortaokuldayken de   şarkısı pek meşhurdu, şu şu şu şuuu pipıılll die uzata uzata söylerdik, ne   günlerdi!  | ŞNORKELLER : Deniz altında yaşayan birgrup   yaratığın maceralarını anlatırdı. Cumartesileri TRT'de yayınlanırdı. Her   bölümün başında önce bu şnorkelleri keşfeden kaybolmuş bir kaptan mı ne   varmış, onun hikayesi anlatılır, sonra kamera yavaş yavaş alçalır, suyun   derinliklerindeki kahramanlarımızın maceraları başlardı. Çok eğlenceliydi. Mesela   barları bile vardı, bi tane ahtapot davul çalardı, böyle matrak bir yerdi.  | 
 | 
     |    |    |    |    | 
     | 
 | KÜÇÜK PRENSES SARA : TRT'nin   Cumartesi kuşağında yayınladığı çok acıklı bir çizgi diziydi. Hindistan'da   büyüyen Sara'yı babası Londra'da bir kız okuluna yazdırmış, sonra iflas ederk   ölünce Sara da okulda hizmetçi olmuştu. Allahım ne çileler çekti, şımarık   zengin kız Lavinia buna ayakkabılarını bile boyatmıştı. Ben bu dizinin   hastasıydım ama her hafta seyredemezdim çünkü o zamanlar biz annemle   cumartesileri ya Süheyla teyzeme ya da Selma teyzeme giderdik, ben çığlık   çığlığa ağlasam da otobüse yetişmek için kös kös annemle çıkmak zorunda   kalırdım. Birgün aslında Küçük Prenses'in meşhur bir çocuk kitabı olduğunu   öğrendim, Allaaaa, annemle İstanbul'u altüst ettik, Cağaloğlu yokuşuna bile   tırmandık, sonunda Beşiktaş'ta bulduk kitabı. Ben de Küçük prenses Sara'nın   maceralarını defalarca okudum.  | ÇİÇEK KIZ LULU : Ben bunu çok   severdim, Lulu isimli kız aslında Çiçek ülkesinin prensesi olduğunu   öğrenmişti, ama ülkesini kurtarmak için Yedi Renkli Çiçek'i arayıp bulması   gerekiyordu. Yanına kedisiyle köpeğini alıp dünyayı gezmeye başlamıştı. Bunun   bir çiçek anahtarı vardı, bu anahtarı bir çiçeğe doğru açar LEY LUUU LEY LUU   deyince hoop üzerindeki kıyafet değişirdi. Böylece her ortama uygun elbise   giyebilirdi. Lulu'yu mavi entarili kötü bir kadınla, kadının uşağı olan   kunduz cinsi bir yaratık kovalardı. Bu kız yedi renkli çiçeği bir türlü   bulamamış, nihayet kös kös eve dönüp çiçeğin evin bahçesinde açtığını   görmüştü. Sonunda çiçek ülkesine giderek Seli isimli oğlanla da işi   pişirmişti. Her bölümün sonunda çiçek dilinde bilmemne şu anlama gelir diye   bir çiçek tanıtılırdı.  | 
 | 
     |    |    |    |    | 
     | 
 | CLEMENTINE : Her cumartesi TRT'de yayınlanırdı,   muhteşem Fransızca bir jenerik şarkısı vardı. O günün çocukları arasında   bugün ekol olmuş bir dizidir. Bu Clementine uçak kazası geçirip sakat kalmış   bir kızcağızdı. Birgün buna kocaman bir küre içinde uça uça Hemera diye güzel   bir cadı geliyordu. Sonra Clementine bu cadıyla dünyayı gezerek maceradan   maceraya koşuyor, yürüyor, uçuyordu. Bu dizide çok korkunç ateşten adamlar   vardı. Bir çizgiden umulmayacak kadar kanlı ve vahşiydiler, Clementine   bunlara karşı savaşır, paçası sıkışıp korkudan altına ettiği anlarda Hemera   uçan küresinin içinde gelir, Clementine'i alır götürürdü. Biz de kafadan ata   ata şarkısını söylerdik.  | CİCİ KIZ GEORGIE : TRT'nin sarışın   kızlı çizgilerinden biriydi. Bunun da özellikle sapık bir öyküsü vardı.   Avustralyalı bir çiftçi nehir kenarında ölmek üzere olan bir kadın buluyor ve   kadının kızı Georgie'yi evlat ediniyordu. Gelgelelim adamın 2 oğlu birden   kıza aşık oluyorlardı. Georgie büyüyüp serpilince böyle saçları gözlerinin   üzerine düşen bir İngiliz Lordu'na aşık olmuş, Londra'ya kaçmıştı, tabii   bunun peşinden giden abisi hapse düşmüştü. Bu çizgidizinin tarihe geçen   sahnesinde Georgie nehre düşerek donma tehlikesi geçirince, abisi bunu   çırılçıplak soyarak kendi de soyunup üzerine yatmış, ten ısısıyla onu hayata   döndürmüştü. Dizinin sonunda kızımız zengin ama hastalıklı oğlanı bırakıp   fakir ama taş gibi eski abi Abel ile mercimek fırında yapmış, bir oğlan bilem   doğurmuştu, gördüğümüz ilk sevişen çizgi karakter bu Georgie idi.  | 
 | 
     |    |    |    |    | 
     | 
 | SEVİMLİ HAYALET CASPER   : Bunun belli bir saati yoktu, her an karşınıza çıkabilirdi.   Arkadaş bulmak için dolaşır, ama bunu her gören hayalet görmüşe döndüğü için   kimseye yaklaşamazdı. Sonunda bir kahramanlık yaparak herkesin sevgi ve   hayranlığını kazanırdı. Yıllar sonra sinema filmi bile yapılmıştı.  | JETGİLLER: Taşdevri'nin gelecek çağlarda   geçen versiyonuydu, bunların da herşeyi egzantrik ve moderndi. Hizmetçileri   robottandı, araba yerine uçan daireleri vardı doğal olarak. Bende fazla bir   heyecan uyandırmazdı gelgelelim.  | 
 | 
     |    |    |    |    | 
     | 
 | 80 GÜNDE DEVRİALEM : Jules Verne'in   meşhur romanının serbest bir uyarlamasıydı bu dizi, çünkü bütün karakterler   kedi, aslan, puma çita ve sair kedigillerden oluşuyordu. Yalnız Phileas   Fogg'un uşağını başka bir cinsten hayvan oynuyordu, Prenses Ouda bembeyaz Van   kedisi gibi bir kediydi mesela. Öyküsü güzeldi ama o tam takım ful aksesuar   giyinmiş centilmenin pantolonunun kıçından böyle sırma gibi bir kuyruk   çıkıyor olması felaketti. 15, 16 yıl önce seyretmiştik biz bu diziyi,   olasılıkla TRT'nin yazın yaptığı Tatil Ekranı kuşağında.  | RED KIT : Gelmiş geçmiş en hızlı silah   çeken kovboydu, gölgesinden bile hızlı ateş eder, sürekli Joe, Jack, William   ve Avarel Dalton kardeşlerin peşinden koşar, aptal köpek Rin Tin Tin'in   başını beladan kurtarır, emektar atı Düldül ile muhabbet ederdi. Red Kit   herkesin sevdiği bir klasikti, Milliyet gazetesi yıllarca bunun çizgi   romanını vermişti. Red Kit her maceranın sonunda ortadan kaybolur, batan   güneşe doğru atını sürerken, ben yalnız bir kovboyum diye şarkı söylerdi.   Kıyafeti hep aynıydı, ama yıllar sonra sigara içmeyi bırakmış, onun yerine   ağzında bir ot taşır olmuştu. Sarah Bernhard'la, Kalamiti Jane ile maceralar   yaşamış, bir keresinde Nensi diye bir kızla nişanlanmıştı. Çinli çamaşırcı,   akbaba cenaze levazımatçısı en sevilen tiplerdendi. Posta arabası şirketi    Wells Fargo Co. sloganı Yolculukta Banko idi. Kızılderililer'le barış   çubuğu içer, Papatya Kasabası'nı korur, posta arabalarına eşlik ederdi.   Kusursuz adamdı. Aşıktım herhalde ben Red Kit'e.  | 
 | 
     |    |    |    |    | 
     | 
 | TRANSFORMERS : Hayatımıza Star1 ile girmiş bir   çizgi filmdi, özellikle oğlanlar daha çok severdi bunu. Çünkü araba ve   kamyonlar hakkındaydı. Kahramanımız arabalar hızla giderken birden bükülüp   katlanmaya başlar ve robota dönüşürlerdi. Sonra da bir güzel kötülerle   dövüşürlerdi. Oyuncakları da heryeri kaplamıştı, epey popüler olmuştu.  | MY LITTLE PONY : Allahım, minik   kanatlı, lüle lüle yeleli, kuyrukları kurdeleli beygirler oradan oraya   uçuşur, biz de ağzımız açık seyrederdik. Bunların sonradan çılgın gibi   oyuncakları çıkmıştı. Benim de bir tane pony silgim vardı, mor yeleli ...   Sanırım bunların kraliçesi alnında boynuzu olan bir unicorn idi Fakat bu   dizinin ana fikri neydi hatırlayamıyorum.  | 
 | 
     |    |    |    |    | 
     | 
 | NİNJA KAPLUMBAĞALAR : Türk gençliğine   pizza sevgisi aşılayan çizgi filmdir. Bu dizide Japon Sensei Splinter, 4   tosbağası ile yeraltında saklanırken Shredder'ın mutasyon ışınlarına maruz   kalıyor ve en son lağım faresine dokunduğu için fareye dönüşüyordu. Tospaalar   da insana benziyorlardı. Splinter bunlara en sevdiği Rönesans sanatçılarının   isimlerini takıyor ve Shredder'in üzerine salıyordu. Bunlar hep yeraltında   lağımda yaşıyor ve sürekli ama sürekli pizza yiyorlardı. Bunlara yardım eden bir de televizyoncu   kız vardı, April. Bu April'in sarı bir tulumu vardı ve başka hiçbirşey   giymezdi. Severek izlerdik biz bu kaplumbağaları.  | DENVER SON DİNOZOR : San Fransisko'da mı Kaliforniya'da   mı ne öyle bir memlekette geçerdi. Bir grup oğlan arka bahçeyi kazarken eşşek   kadar bir yumurta bulmuşlar, yumurtadan dana kadar bir dinozor çıkmıştı, mavi   gözlü sevimli dinoya, Denver   adını takmışlar sonra da beraber alemlere akmışlardı. Bu Denver'a söfçü şortu   ve güneş gözlüğü giydirip plaja götürürler, sörf yaptırırlar da kimse bunun   dinozor olduğunu anlamazdı. Yıldız şeklinde Elton John gözlüklerini takıp   rock n' roll bilem yapmıştı. Eğlenceli geliyordu o zaman bize.  | 
 | 
     |    |    |    |    | 
     | 
 | JUDY VE UZUNBACAK (DADDY LONG LEGS) :     TRT'nin 1991 yılında yaz tatilinde yayınladığı çizgi filmlerden biri de Judy   idi. Hayatımın çizgi filmiydi. Kahramanımız kimsesiz yetim bir kızdı. Birgün   esrarengiz bir adam bunu Lincoln Lisesine yatılı olarak göndermişti. Kızımız   hiç görmediği adama "Sevgili Uzunbacaklı Babam" diye mektuplar   yazardı. Okulda oda arkadaşları Sallie ve Julia ile maceralar yaşardı. Yetim   olduğunu gizlediği için hep korkular çeker, mutsuz olurdu. Nihayet Julia'nın   zengin ve de yakışıklı amcası Jervis'e aşık olmuştu. Gelgelelim Sallie'nin   abisi Jimmy de Judy'e aşıktı ama Jimmy'i seven kız Julia idi. Son sınıfa   geçtikleri yaz Judy bir çiftlikte tatil yaparken Jervis çıka gelmiş gelmiş ve   artık romantizm doruğa varmıştı. Allah ben bunları deli gibi seyrederdim,   hergün bir bölüm veriliyordu, hiçbir yere gitmez, eve kapanır Judy ile   Jervis'in aşkını izler, acaba uzunbacak baba kim diye bulmaya çalışırdım. Yaz   tatili bittiği zaman hala seyretmediğimiz bölümler kalmıştı Allahtan TRT   tatil ekranını bitirse de Judy'i sonuna kadar yayınlamıştı. Ben de liseye   yeni başlamıştım, koşarak eve gelir, heyecandan bayılacak gibi Judy'i   izlerdim. Sonunda Judy okuldan mezun olurken yetim olduğunu cümle aleme ilan   etmiş, zengin kocayı da kaparak ultra mega hiper mutlu sonla bize veda   etmişti. Ben de 15 sene sonra bunun DVD'sini , romanlarını bulup getirttim   Amerika'dan, kızlarla oturup Judy seyretme alemi bile yaptık, ohhhh!  | 
 |