13 Oca 2009

Londra

Zaman hiç geçmez gibi gelir bazen insana,hep bir beklenti olur ama saatin üzerinde ağır ağır acelesi yokmuş gibi ilerler yelkovan ile akrep.İşte Londra tatilimizden önce böyleydi zaman benim için. O hafta bitmek bilmedi.Sabırsızdım.Yeni bir ülke,yeni bir şehir,yeni bir kültür en önemlisi yeni bir deneyimdi benim için Londra.
Bavul değil küçük bir spor çanta hazırladım.Acelesiz,sakin düşünerek trende yazdığım listemdeki tüm eşyalarımı birer birer yerleştirdim çantama. Sonra hayallendim öylesine.
11 Aralık 2008 Perşembe sabahı erkenden düzüldük yola.Oysa yakındı evimiz havaalanına. Bu sefer Eindhoven'dan uçuyorduk.Uçuş kartımızı aldık elimize verdik valizlerimizi çantamızı bagaja.Bu sefer Ryan air ile uçuyorduk.Easy Jet benzeri ucuz uçuş.Gene koltuk numarası olmayan bir başka uçuş. 45 dakikacık sürdü yolculuğumuz. İner inmez hopörlerden alkış kıyamet ve bir anons "Ryan Air yine zamanında indi....vs vs..." Çok güldüm. Bizdeki inişten sonra alkışlamaları gibi geldi. Aslında komik gelen bu gelenek belki o uçuş ekibinin ,kaptanın hoşuna gidiyor motive ediyordur.Kim bilir.
Uçaktan sonra eşimin daha önceden biletini aldığı midibüs ile londra ya vardık 1.10 dakika sürdü yolcuğumuz Stantford havalimanından-umarım doğru yazdım-.Bir yemek arası ve ısınmak için Pizza Hut'a attık kendimizi. Herşey dahil *salata bar-pizza-makarna* menüden aldık. Tıka basa doyurduk kendimizi sonra Londra metrosuna attık kendimizi.
Otelimiz merkezi bir yerde,Kensington Gardens'a komşu bir sokak içindeydi.
Otel temiz,personel cana yakın,yenilenmiş olmasına rağmen odalar inanılmaz küçüktü.
Mimaride tuhaftı.Kapının biri daha kısa ve dardı.














Otele eşyalarımızı bırakıp çıktık. İlk durak Thames Nehrinin kenarına kurulmuş bir zamanlar Londraların çok karşı çıktığı "Londan eye" oldu.


25 dakikalık dönüş sırasında kuşbaşı Londra'yı görme fırsatımız oldu.
Resimler çekildi. Hoş bir an tur biterken bu sefer bu koça dönme dolap üzerine yerleştirilmiş bir makina ile bizim resmimizi çekti.
Çıkışta yağmur başlamıştı. Sıcak bir kafeye sığındık. O sırada ufak bir plan.

O akşam için bir müzikale gitmeye karar verdik. Hızla bilet almak için sokaklara döküldük. Eşim Londra'ya girmeden önce biletlerin ciddi şekilde indirimli satıldığı yerin adresini yanına almış. Ben meraklıyımdır indiğimiz metro istasyonunda ki bilet satan bir dükkana girip fiyat sordum. Bize full price dedi. Yani tam fiyat indirim yok. Eşimin daha önceden saptamış olduğu yere gittiğimizde hiç ummadığımız tuhaf bir davranışla karşılaştık(yaşı eşimin yaşının yarısına yakın inanılmaz fütursuz saçma sapan kaş göz hareketleri yapan eleman hem full price istedi hemde bize oturacağımız koltuğu seçmek için bir salon krokisini istediğimizde şaşkın şakın baktı.E artık yani 65 Pound kişi başı soralım değil mi?) eşim hafiften haklı olarak sinirlendi. Ben genelde ılımlıyımdır eşimde ben bu gösteriyi izlemek istedğimden bu bileti almak istiyor,birden benden "alma canım bırak" cümlesi çıktı.Eşimin yüzündeki mutluluk görülmeye değerdi. Bunun üzerine ilk sorduğumuz yere döndük eşimin ısrarı ile birde öğrendik ki son 12 koltuk indirime uğramış hem koltuğumuzu seçtik hemde ucuza aldık. Ardından China Town da Arjantin restarantında güzel bir yemeğin ardından o muhteşem gösteriyi izledik " Dirty Dancing".

Çok başarılı ve ihtişamlı buldum gösteriyi. Tek eksiği Patrick Swayze'ın " She likes the wind" şarkısının kısa tutulması idi.
Soğuk bir geceye çıktık gösterinin ardından.İliklerimize kadar donduk tabir yerinde ise.
Otele geldik duş yaptım yatış o yatış.
Sabah kahvaltıya indik.Basit bir kahvaltı sıradan.Sıradan olmayan komik olay ise garson bayanın ekmek istediğimizde yüzümüze boş boş bakması idi. 1-2 dakika uğraştıktan sonra anladık ki kızarmış ekmeğe Tost diyorlar.Ayrıca hizmetlilerin çoğu ingiliz değil hep yabancılar dolayısı ile ingilizce anlaşırken zorlanabiliyorsunuz hizmet alırken.
Ardından verelini metro ve bütün ihtişamı ile Big Ben ve Parlamento Binası.


Elimizde londra rehber kitabı çizdiği rotata ilerliyoruz. Ve karşımızda Westminister Abbey.

Kısa bir gezintiden sonra Savaş müzesini gezdik.Şunu anladım savai filan İngilizleri etkilememiş gene o zerafet gene o aristokrasiden vaz geçilmemiş.Çiçekli kırlentler,çiçek vazoları,yataklarda renkli örtüler bercer koltuklar.
Savaş Müzesi

Ardından tam müzenin karşısındaki parkta mola verdik. O koca şehrin ortasında bir vaha.

Gezimize tekne gezisi ile devam ettik Thames nehrinde kısa bir yolculuktan sonra London tower bridge inip yürüyüş yaptık.

Akşam hava kararmaya tepemize yağmur indiğinde biz Buckingham Sarayı önünde telafuz geyiği yapıp resim çekiniyorduk.Buyrun bakınız.


Akşam Londra Hyde Parkta kurulan-almanlar- Noel marketine gittik.Ilk kez kurmuşlar. Güzeldi. Yediğim Angus Burger'in tadı damağımda.Yine çok lüks ve büyük bir dönme dolaba bindik-Ailecek alışkanlık oldu bizde bu dönme dolap.
Şapkalar denedik,içkiler içtik.Otele döndük direkt attım kendimi yatağa.


Dip not: Yatak inanılmaz dar ve kısa idi:)Adeta uyumak için savaş verdik eşimle.

Ertesi gün yağışlı dendiğinden eşimle gene yollarda idik. Bu sefer Madame Toussau müzesine gittim ben "Atatürk" ü aradım ama bulamadım maalesef. Acayip bozuldum arkadaşlar.

Ardından alışverişe gittik akşam çok soğuk sokaklarda dolaşmama kararımıza istinaden sinemaya "Dünyanın durduğu an" a gittik tek kelime ile bir hayal kırıklığı idi.Sonra yüriyerek Trafalgar oradan Thames kıyısına indik. Güzeldi el ele yağmur altında yürümek-en azından o sırada romantik gelmişti bizlere-.

Ertesi gün dönüş yolunda iken Londra'dan sadece yaşanmışlıkları değil eşimin ağır soğuk algınlığını almış olduğunu acı ile farkettik.
Yinede benim için büyülü bir dört gündü.Gine gidebilirim yine gitmek isterim.

6 yorum:

Esra dedi ki...

ne kadar guzel anlatmissin, bayildim! Gitmis kadar oldum... ellerine saglik...

ps: Ataturk'u ben gormustum, birlikte fotograf bile cektirmistim. Belki bakim icin kaldirmislardir.

A.Ş.K dedi ki...

bende Londra'yı çok beğnmiştim, kısmetse mayıs gibi tekrar gideceğim... 4 gün bile olsa neresi olduğu önemli değil tatil tatildir dimi ama :))

pinarbk dedi ki...

Harika bir gezi olmuş. Bu yıl seyahatler bol olacak anlaşılan...
Çok da güzel anlatmışsın. Kendim gezmiş gibi oldum:))

Adsız dedi ki...

ne güzel anlatmışsın. Londra soğukda olsa gri de olsa keyiflidir :):)

Nane Şekeri dedi ki...

Uzun bir ara vermişim meğer o kadar okuyup yakalamak istediğim blog var ki...
Esra'cım şanslı imişsin bende Hitler vardı Kaddafi vardı ama o kadar istememe rağmen Atatürk'ü göremedim.
Gofret öncelikle hoşgeldin sefalar getirdin.Çok haklısın tatilin iyisi kötüsü uzunu kısası olmaz buldukça yapılması gerekir. Umarım gidersin Londra'ya.
Adaşım gerçekten güzel bir gezi idi. Teşekkür ederim yazımı beğenmene sevindim.
Zeya'cıım eskiden şu mektup arkadaşlarımın olduğu dönemde İngiliz arkadaşım ki kendisi ile hale eski üsul mektuplaşıyorum bana bir kart atmıştı Kışın londra altında kışlık kıyafetli şemsiyeli insanlar kartın yarısında da yazın Londra yazlık kıyafetler şemsiyeli insanlar ve değişmezi Yağmur.
Çok hoşuma gitmişti. Şimdi anlıyorum sebebini :)

文章 dedi ki...
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.